Çin Mitolojisi – Bölüm I
Mitler; yaratılış, yaşam amacı, dünyanın işleyişi gibi konuların tarihte nasıl cevaplandığını bize gösterir ve her coğrafya için cevaplar farklıdır ( Bazı noktalar şaşırtıcı derecede birbirine benzer olsa da.). Bu yazıda içerisinde Taoizm , Budizm ve Konfüçyüsçülük barındıran insanlığın en eski yüksek kültürlerinden birini temsil eden Çin mitolojisinden bahsedeceğim.
M.Ö. 213 yılı Qin Shi Huang döneminde legalizm harici tüm felsefelerin yazılı kayıtları yok edilmiş ve böylece legalizm Çin Hanedanlığının onaylanmış ideolojisi halinne gelmiştir.
Daha net anlayabilmek için üç felsefeden başlayalım.
Taoizm, Konfüçyüsçülük, Budizm
Taoizm:
- Kurucu Lao Tzu’ dur ve Taoizm’ in kutsal kitabı Tao Te Ching’i yazmıştır.
Konfüçyüsçülük:
- Kurucu Konfüçyüs’tür ( Ahlak felsefesi sebebiyle peygamber olarak görülse de öyle olmadığını açıkça belirtmiştir.) , bu öğretinin en önemli kitapları Zhu Xi ‘nin yazdığı ”Dört Kitap” tır.
Budizm:
- Kurucusu Buda’dır kutsal metinleri ”Tripitaka” olarak adlandırılır.
Bu üç felsefe ”bir” olarak kabul edilir. Birbirlerini tamamlar. Konfüçyüsçülük diğer iki felsefeye göre daha dünyevi ve mantıksaldır. Eğer bu hayattan sonra başka bir hayat daha varsa şu an bu dünya için çalışılmalıdır, anlayışı vardır. Toplumun ahlaklı olması önemlidir ve bu bireylerin kendisini geliştirmesiyle gerçekleşir. Gelişim ise öğrenmeyle gerçekleşir. Ona göre öğrenme sevdası olmaksızın iyilik sevdasına düşmek insanı aptal eder. İmparatorların sahip olması gereken özelliklerden, devlet yapısından ve toplum ahlakından bahseder.
“Adalet ve düzen, bireylerin ve hükümdarların çıkarlarından üstün olmalıdır.”
Konfüçyüs
Budizm’in kurucusu Buda’nın Lao Tzu nun öğrencisi olduğunu inanılır. Budizme göre insan “Nirvana” ya ulaşana kadar ölüp yeniden doğmaya devam eder. Yaşananalar sonucunda kişi ders çıkardıkça, gerçeğe biraz daha yaklaşır, dünyevi arzularından kurtulduğu ve gerçeğe ulaştığı zaman onu sonsuzluk bekler. Eğer yanlışlar yapmaya devam ederse bu karma oluşturur ve o durumu tekrar yaşaması, ders alması gerekir. Karma bireyin zamanında yaptığı hareketlerin sonucu olarak açıklanabilir. İyi ya da kötü, yaptığının sonucunu görmektir, buna ektiğini biçmek de diyebiliriz.
Kalbinize yapacağınız her şey size geri dönecektir.
Mevlana
Dharma, bireyin asıl yolu, yaşam amacıdır. Karmalar arttıkça birey dharmasından yani asıl kaderinden uzaklaşır ve kısır döngü içinde sürekli benzer olayları yaşamaya başlar. Bunu şöyle düşünebiliriz yol ayrımındasın ve iki farklı seçeneğin var. Dharmanın birinci yol olduğunu kabul edelim fakat sen belki daha az taşlı bir yol olduğundan belki zevklerinden belki de saplantılarndan dolayı ikinci yoldan gitmeyi tercih ediyorsun. O yola adımını attığın anda karma oluşur. İlerleyemezsin çünkü bilmediğin şey o yolun çember şeklinde olup seni her seferinde tekrar başlangıç noktasına getirmesidir.
Alman gereken ders hırsın veya saplantıların sebebiyle verdiğin kararın yanlış olduğudur. Farkındalığın oluşmadıysa ve seçtiğin yoldan gitmekte ısrar ediyorsan bir döngü halinde aynı yollardan geçer, aynı zorlukları yaşar ve ilerleme kaydedemezsin. Eğer seçiminin sonuçlarını yaşadıktan sonra uyanışa geçtiysen o konuyu orada kapamalı ve yol ayrımına tekrar geldiğinde yanlış dürtülerinle karar vermemelisin ki doğru yolu seçip hayat amacına ulaşabilesin.
Seçimlerinizin önünüze sunduğu insanlarla karşılaşırsınız. Aynı tipte insanlarla karşılaşıyor ve onlarla aynı tipte zorluklar yaşıyorsanız sınavınızı geçememiş karmanızı çözememişsiniz demektir. Karmaları ödemek nirvanaya (gönül rahatlığına) ulaşmak için gereklidir. Dharmanıza karmalardan temizlenerek ulaşır, gelişmeye başlar ve yaşam amacınızı gerçekleştirebilirsiniz.
”Delilik: Aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir.”
Einstein
Doğru yolda olup olmadığınızı anlamanın, gelişiminiz için neler yapmanız gerektiğini anlamanın bir diğer yolu ise etrafınızı nasıl gördüğünüze odaklanmaktır. Önemli olan görünen şeyin ne olduğu değil o şeye kimin baktığıdır. 6-7 yıl önce ”Bir Çift Yürek” kitabını okumuştum. Mutlaka okunması gereken kitaplardan olduğuna ve şimdi bahsedeceğim kısımdan çok daha önemli konulara değindiğine eminim ama aklımda en net kalan, beni en çok etkileyen kısım burasıydı. Aborijin kabilesinin mutlaka çember şeklinde oturduklarını çünkü tam karşılarında oturan insanda gördüklerinin o kişiye aynalık ettiğini düşünüyorlardı. Bu durum, kişinin karşısında gördüğü hoş özelliklerin onda da olduğu ve güçlendirmek istediği; sevmediği ya da eksik gördüğü özelliklerin de kendisinde aynı şekilde olduğu ve üzerinde durması gerektiği anlamına geliyordu. Çok basit olacak belki ama ”kişi kendinden bilir işi” sözünü de buraya eklemek istiyorum.
Her neye bakarsan kendi yüzündür. Kimde ne görürsen kendi özündür.
Yunus Emre
Kişinin etrafını güzel görmesi içindeki sevginin ve huzurun göstergesidir. İçinde nefret olan insan şikayetçi ve memnuniyetsizdir bu da hayatında hala tamamlanmayan karmalar olduğunu gösterir. Kabullenişe geçilmeli ve geçmişte kalan her ne ise orada kapatılmalıdır. Geçmişte açık kalan her konu sizinle beraber gelir ve mutlaka başka şekillerde karşınıza çıkar.
Eğer yüreğinde başka insanlara karşı kötü duygularla yürüyüp gidersen ve bu çember kapanmamışsa, bu yaşamın başka anlarında yinelenecektir. Bir kez değil, dersini alana dek defalarca acı çekersin. İncelemek, öğrenmek ve olanlardan ders alarak bilgelik kazanmak iyidir. Minnet duymak, senin deyiminle kutsamak ve huzur içinde yürüyüp gitmek iyidir.
Bir Çift Yürek- Marlo Morgan
Taoizm’de ”Wu Wei” denir ”hiçbir şey yapmamak” anlamına gelir , hayatın doğal ahengine teslimiyeti anlatır. Sadece yola devam etmek, olacak olanın zamanında olacağını ve olmuş olanın da olması gerektiği için olduğunu bilmektir. Usta Oogway’ in de dediği gibi ” Şu ağaca bak Şifu, istediğim zaman çiçek açmasını sağlayamam ya da zamanından önce meyve vermesini.” Bir şeyi oldurmaya çalışmaktan ziyade akışa teslimiyettir. ”Ne yaparsan yap, bu tohum şeftali ağacına dönüşecek. Elma ya da portakal isteyebilirsin ama şeftali olacak.” Akışta kalmak uyum sağlamaktır, darbelerden sıyrılmaktır, ne kadar sert olursanız ne kadar kontrolcü olursanız, kırılmanız o kadar kolay olacaktır.
“Vücudun hizalı olmadığında,
İç güç gelmeyecek.
İçimde sakin olmadığın zaman
Zihniniz iyi düzenlenmiş olmayacak.
Vücudunuzu hizalayın, iç güce yardımcı olun,
Sonra yavaş yavaş kendi kendine gelecektir. “
Eski Çin Guanzi metni
Bakın, bunları üç felsefeden bahsederken anlatıyorum ama büyük islam düşünürlerinin sözlerinden de anlayacağınız gibi bazı noktalar çeşitli felsefelerde şaşırtıcı derecede benzerdir. İslamiyette tevekkül denir, “dayanma, güvenme, vekîl tutma ve vekîle güvenme” anlamına gelir. Karılaşılan durumdan şikayet edilmez, karşı konulmaz, kişi Allah’a sığınır. (Bu kısımda İbrahim Aleyhisselam’ı hatırlayalım.)
”…Ben alemlerin Rabbine teslim oldum!”
– el bakara 131
Son olarak üç felsefenin arasındaki ilişkiyi anlayabilmek için sirke hikayesine de bakalım.
Sirke fıçısı etrafındaki üç adam parmaklarını bir sirke fıçısına batırıp tadar; ilk adam ekşi bir ifadeyle tepki verir, ikincisi acı bir ifadeyle tepki verir ve üçüncüsü tatlı bir ifadeyle tepki verir. Üç adam sırasıyla Konfüçyüs, Buda ve Lao Tzu’dur. Her insanın ifadesi, felsefesinin baskın tavrını temsil eder: Konfüçyüsçülük, hayatı ekşi olarak görür, insanların yozlaşmasını düzeltmek için kurallara ihtiyacı vardır; Budizm, hayatı arzular nedeniyle acı ve ıstırabın hakim olduğu bir yer olarak görür ve Taoizm ise yaşamı doğal haliyle temelde mükemmel olarak görür.

Şimdi mitolojiye giriş yapalım sonra ara verelim.
Yaratılış:
Evrenin ve dünyanın oluşumu temelinde tanrıyı barındırmaz, kendiliğinden oluşan ve evrimle beraber gelişmeye ve “genişlemeye” (kozmik bir kavram olan evren genişlemesine değinildiğine dikkat edelim) başlayan bir süreci temsil eder. Kaos bir yumurtayı oluşturur, yumurtanın içerisindeki yin ve yang dengelenince ilk insan P’an Ku’yu meydana getirir (Yin (dişil) biçimi oluştururken yang (eril) bu biçime öz verir). Tüm insanlığın atası sayılan bu kişi uzun süren uykusundan uyandıktan sonra baltayla yumurtanın kabuğunu kırar ve kendini yumurtanın içerisinden çıkarır. Yumurtanın kırılmasıyla yukarıya doğru süzülen hafif ve berrak madde (yin) gökyüzünü; aşağıya doğru akan madde (yang) ise yeryüzünü oluşturur.
P’an Ku ölünce son nefesi rüzgarları, sol gözü güneşi, sağ gözü ayı, saçları yıldızları oluşturur. Kasları tarlalara dönüşür gövdesi Çin’in kutsal dağlarına dönüşür. Kanı nehirleri ve damarları yolları meydana getirir. Teninde bitkiler yetişir kemikleri ise yeşimler ve incileri oluşturur.
Cennet ve cehennem:
Cennet Çin Denizi’ndeki altın saraylarda tanrıların yaşadığı, erdemli ruhların bulunduğu bir adadır. Buraya gelen insanlar lezzetli şaraplar ve pilavlarla ziyafet çeker. Cehennem ise yer altındadır ve 18 katlı yargılama bölmesine sahiptir. Yargılamayı “Yanluo Wang” denetler. Her bölmede farklı günah türlerine ait cezalandırma şekilleri vardır.Yakılma, yağda kızartma, parçalanma, kafa uçurma gibi şekillerde acı çektirilen günahkar insanlar bulunur. Eğer günahlarından dolayı pişmanlık duyanlar olursa ceza çektirmekle yükümlü olan “Yama” adlı tanrılar onlara merhamet eder ve unutkanlık iksirini onlara içirerek onları tekrardan dünyaya gönderir. Fakat en ağır suçları işleyenlere bu hak verilmez. Bu cehennem tasviri Taoizm ve Budizm felsefesinden gelir.
Bir yorum
Söğüt
Daha önce ilgimi çekmeyen bi konuda bilgi almak ve aslında iyi insanlarin çok ve her yerde olduğunu hatırlamam açısından faydalı bir yazı oldu teşekkürler